

HUKUKA AYKIRI ESAS HAKKINDA MÜTALAA SORUNU
0 Yorum
25294
01-02-2025
Ceza yargılamalarında bir çok hukuka ve kanuna aykırı hususun, gelenek haline gelmiş olduğu bir gerçek. İşte bunlardan biri de ceza yargılamasında iddiamakamlarının esas hakkındaki mütalaalarında yerleşik olan "sanık lehine olan delilleri görmemezlikten gelme" geleneğidir.
Ceza yargılamalarının çoğunda iddiamakamı (yani duruşmaya iştirak eden Cumhuriyet Savcısı), yargılamadaki sanık lehine olan bir çok delili görmezden gelerek, iddianameyi tekrardan öte gitmeyen hatta iddianamedeki ithamı (sonuç cezayı) yükselten mütalaalarda bulunmaktadırlar. Fakat bu husus, hukuktan önce kanuna aykırıdır.
CMK md. 160/2 : Cumhuriyet savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.
Kanun metni gayet açıktır. Cumhuriyet savcısı, "şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür". Bu, emredici bir düzenlemedir. Aynı şekilde kanun koyucu madde metninde Cumhuriyet Savcılarının "şüpheli lehine ve aleyhine" olan tüm delilleri toplama ve muhafaza altına alma yükümlülüğü de getirmiştir. Bu düzenleme de emredici niteliktedir.
Bu durumda, ceza yargılamasında iddiamakamı sıfatıyla yer alan Cumhuriyet Savcılarının, yargılanan sanığın haklarını (ki, soruşturmada şüpheli olan fail, yargılamada sanık ismini alır, her ikisi de aynı kişiyi yani faili işaret eder) korumakla yükümlü olduğu açıkça görülmektedir. Bu yükümlülük, emrindeki adli kolluk kuvvetlerini dahi kullanarak yerine getirilmesi zorunlu olan bir yükümlülüktür.
Bazıları, madde metninin soruşturma açısından geçerli olduğunu, yargılama aşamasını kapsamadığını ileri sürmektedirler. Bu görüş, hem madde metnine hem kanunun amacına hem de hukuka aykırıdır. Zira madde metninde sadece soruşturmadan bahsedilmediği gibi, bu hükmün amacının "adil bir yargılamanın yapılabilmesi için" olduğu açıkça belirtilmiş, bu yükümlülüğün zaman kapsamını da "adil yargılama" olarak çizmiştir. Adil yargılama, soruşturmanın başlamasından tutun, kararın kesinleşmesine yani yerel mahkeme, istinaf ve eğer temyize tabi bir karar verilir ise temyiz aşamasının sonuna kadar geçen süreyi ve aşamaları kapsar. Bu nedenle madde metninin CMK'nın "Soruşturma İşlemleri" bölümünde düzenlenmesinin bu açıdan bir önemi yoktur zira madde metninde "adil bir yargılamanın yapılabilmesi" tabiri, yargılama aşamalarını da kapsayan bir süreci işaret etmektedir. Yargıtay CGK bir kararında, tam da bu noktaya işaret etmekte ve tüm muhakemede geçerli olan şu ilkeyi vurgulamaktadır:
"Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir." (Ceza Genel Kurulu,2014/613 E., 2015/35 K.)
Tüm bu anlatılanlar ışığında, gerek soruşturmada gerekse de yargılama-istinaf-temyiz aşamalarında yer alan Cumhuriyet Savcısının (ister soruşturma savcısı, ister iddiamakamı sıfatıyla olsun) soruşturmada ve yargılamada yer alan failin (şüpheli-sanık) haklarını korumakla yükümlü olduğunu söylemek, kanun metnine uygun olacaktır. Kaldı ki Cumhuriyet Savcılığı gibi bir makamın sadece mağdur, müşteki, katılan, tanık, bilirkişi gibi soruşturmanın tüm süjelerini korumakla yükümlü olduğunu düşünüp, şüpheli ve sanığın haklarını korumakla yükümlü olmadığını düşünmek, mümkün değildir. Kamu adına hareket eden, kamu adına iddianame yazan, kamu adına mütalaa veren Cumhuriyet Savcılarının, bu "kamu" kavramı içerisinde doğal olarak yer alan "şüpheli-sanık-hükümlü" kişileri ayırmasını, hariç bırakmasını düşünmek, hukuki bir cinnet halidir.
Bu nedenle, soruşturmanın ve yargılamanın hangi aşamasında olursa olsun, görüş bildiren (iddianame, mütalaa yahut tebliğname vs.) Cumhuriyet Savcısının, şüpheli yahut sanığın haklarını korumakla yükümlü olduğunu, adil bir yargılamanın gerçekleşmesi için herkese eşit mesafede ve maddi gerçeğin ortaya çıkması için çaba sarf etmesi gerektiği, aksine yapılan her işlemin, bildirilen görüşün, mütalaanın, iddianamenin yahut tebliğnamenin vs. kanunun emredici düzenlemesine aykırı olması nedeniyle YOK HÜKMÜNDE olduğunu söylemek, yanlış olmayacaktır.
Hukukun en temel ilkelerinden biri de, emredici düzenlemelere aykırı yapılan her işlemin, yok hükmünde olduğudur. Kanunun emredici düzenlemelerine aykırı yapılan evlendirme işlemi yok hükmündedir, kanunun emredici düzenlemesine aykırı verilen bir mahkeme kararı yok hükmündedir (ki istinaf ve Yargıtay bu nedenle kaldırma/bozma kararları vermektedirler), kanunun emredici düzenlemesine aykırı bir resmi belge yok hükmündedir vs. Örnekler çoğaltılabilir. Tüm bu verilen ve binlercesi verilebilecek olan örneklerde olduğu gibi, kanunun emredici düzenlemesine aykırı olan iddianame, esas hakkındaki mütalaa, tebliğname de yok hükmündedir ve ne mahkemece hükme ne de savunma makamınca "beyanda bulunmaya" esas alınacak bir değer taşımayacaktır.
Unutulmamalıdır ki, kanunun emredici düzenlemesine aykırı iddianame (ki bu nedenle iddianamenin iadesi kurumu vardır), esas hakkındaki mütalaa ve tebliğname nasıl yok hükmünde ise, kanunun emredici düzenlemesine aykırı savunma da yok hükmündedir. Burada ortaya konulmaya çalışılan, kanunun emredici düzenlemelerine aykırı oluşan geleneksel tavırların eleştirilmesi ve doğru olanın yani kanunun emredici düzenlemelerinin gereğinin yapılması suretiyle hukuka uygunluğun sağlanmasıdır. Kanunun emredici düzenlemesine aykırı yapılan her işlem, fiil yahut karar, yok hükmündedir ve kim tarafından yapılır ise yapılsın, hukuki ve cezai sorumluluk doğurur.
İLGİLİ MAKALELER
